“ONU DEĞİL, BANA OLAN SEVGİSİNİ SEVDİM!”
Bazen bir ayrılığın ardından ya da ilişkinin içindeki bir kırılma anında kendimizi şu cümleyi kurarken buluruz:
“Ben onu değil, bana olan sevgisini sevdim.”
Ya da bunun tam tersini söyleyen birileri çıkar:
“O beni değil, benim ona duyduğum sevgiyi sevdi.”
İnsan bu cümleleri duyduğunda durup düşünmeden edemiyor: Gerçekten böyle bir ayrım mümkün mü? Birini sevmekle, onun bize olan sevgisini sevmek arasında nasıl bir fark olabilir? Davranışları, ilgiyi, sevgiyi, insandan bağımsız ele alabilir miyiz?
İlk bakışta bu düşünce makul görünebilir. Birini değil de onun bize sunduğu duyguyu sevdiğimize inanmak, yaşanan hayal kırıklığını hafifletmenin bir yolu olabilir. Ama bu düşüncenin arkasında başka bir şey var: Bir ilişkinin içinde kimi zaman fazlasıyla veren, kimi zaman ise alan tarafta olduğumuz o dengesiz anlar.
Şöyle düşünelim: Bir taraf, sevdiğini göstermek için her şeyi yapar; hediyeler, sürprizler, güzel sözler, özveriler… Diğer taraf ise bu sevgiyi büyük bir memnuniyetle kabul eder ama karşılık verme konusunda o kadar istekli değildir. İşte bu noktada, “O beni değil, benim onun için yaptıklarımı sevdi” cümlesi doğar. Çünkü veren taraf, sevgisinin yeterince değer görmediğini hisseder. Belki de içten içe şunu fark eder: Onun için yaptığım her şey benim sevgimi gösterme biçimimdi ama o, benim sevgime değil, ona sunulan ilgiye odaklandı.
Peki ya alan taraf? O neden bu ayrımı yapar?
“Ben onu değil, bana duyduğu aşkı sevdim.”
Bu söz, belki de karşısındaki kişinin sevgisini anlamlandıramamanın bir göstergesidir. İnsan bazen, kendisine yöneltilen yoğun duygular karşısında bir yabancılık hisseder. “Ben bu kadar yoğun hissetmiyorken, o neden bu kadar seviyor?” diye sorar kendine. Belki bu aşkın içtenliğiyle ilgili bir şüphe, belki de bağlanma korkusu… Ama asıl mesele, kişinin bir noktada ilişkiye mesafeli durmaya çalışmasıdır. Karşısındaki insanı sevmenin sorumluluğundan kaçmak için, sevginin kaynağını ondan bağımsız bir şeymiş gibi görmek ister.
Bazen de bu tür cümleler, ilişkiyi geriye dönük olarak sorgulamanın bir sonucudur. Ayrılık sonrası, yaşanan acıyı hafifletmek için kişi kendine “Zaten onu sevmedim” der. Böyle söylemek, kaybı daha az değerli hale getirmenin bir yoludur.
Ama dönüp baktığımızda şu soruyu sormamız gerekiyor: Gerçekten bir insanı sevdiğimizde, onun davranışlarını, ilgisini, sevgisini ondan ayırabilir miyiz? Sevdiğimiz kişinin bize nasıl davrandığı, onun kim olduğunun bir parçası değil mi?
Belki de mesele, karşımızdaki insanın ne kadar “gerçek” olduğu sorusunda düğümleniyor. Bir ilişkide kendimizi ne kadar yansıtabiliyoruz? Karşıdaki insan bizim için gerçekten bir birey mi, yoksa onun varlığı yalnızca bizim duygusal ihtiyaçlarımızı mı karşılıyor?
Bazı insanlar sevgiyi, içlerindeki eksiklikleri tamamlayan bir araç gibi görür. Onlar için partner, bir tür *“kendilik nesnesi”*dir; yani, kendi değerlerini, sevilmeye layık olup olmadıklarını test ettikleri bir ayna. Böyle bir durumda kişi, aslında partnerine değil, onun sağladığı güven duygusuna bağlanır.
Diğer yanda, ilişkide fazlasıyla sevgi gösteren kişi… O gerçekten sevdiği için mi bu kadar çaba gösterir, yoksa bu sevgiyi yaşamak ona bir tür varlık hissi mi kazandırır? Belki de bu sevgi, geçmişte eksik kalan bir şeyin telafisidir. Çocukluğunda ebeveynlerinden yeterince ilgi görmemiş bir insan, bir başkasına aşırı ilgi göstererek kendi içsel boşluğunu doldurmaya çalışabilir. Ama işte buradaki tuzak şu: Ne kadar çok verirsen, o kadar çok almak istersin. Ve alınan karşılık beklenenden az olduğunda, hayal kırıklığı kaçınılmaz olur.
Bütün bunları düşündüğümüzde, “Ben onu değil, bana olan sevgisini sevdim” ya da “O beni değil, benim sevgimi sevdi” gibi cümlelerin, aslında gerçek sorunun üzerini örttüğünü görebiliriz. Mesele, karşıdaki insanın doğru kişi olup olmadığı değil. Mesele, o ilişkinin içindeki psikolojik dinamikler.
O yüzden asıl sorulması gereken soru şu olmalı:
“Ben bu ilişkide ne kadar gerçeğim?”
Sevgi, ancak gerçeğin üzerine inşa edildiğinde kalıcıdır. Ve belki de bu yüzden, bir ilişkiyi anlamanın en iyi yolu, onu romantik hayaller yerine, gerçekçi bir farkındalıkla sorgulamaktır.