MEMNUN ETME ÇABASI
1937 yılında,
İskoçya’da,
yol ortasında kalp krizi geçirip öldüğünde,
67 yaşındaydı…
4 yaşına kadar kemik rahatsızlığı nedeniyle yürüyememiş,
annesi tarafından güçsüz olduğu için istenmemiş,
annesinin düşkün olduğu abisini içten içe kıskanmıştı.
Babasından gördüğü destekle ayağa kalkmış,
onun desteğiyle güven bulmuş,
ondan aldığı güçle tıp okumuş,
akademik kariyer yapmıştı.
Nihayet, psikiyatri profesörü olmuştu…
Freud ve Jung’la birlikte psikanalizin üç büyük kurucusundan biri olmasının,
dünya için nasıl bir anlamı olduğunu annesi fark etti mi bilinmez.
Sokak ortasına yığıldığında, bunun gönül huzuru var mıydı içinde, kim bilir…
Bu bilinmese de,
4 yaşına kadar yürüyememiş olmasının,
zayıflığının,
annesinin abisine düşkünlüğünün,
geliştirdiği psikanalitik teoride derin etkileri var, bu açık…
İnsanın “aşağılık” duygusuyla dünyaya geldiğini,
hayatını başkalarının onayına ihtiyaç duyarak geçirdiğini,
aşağılık duygusuyla;
ya üstünlük çabasıyla baş edeceğini ya da aşağılık kompleksi ve üstünlük kompleksi arasında savrulup,
hayatını tüketeceğini söyler.
Bu teorisini,
başkasının gözüyle görme,
başkasının kulağıyla duyma,
başkasıyla duygularıyla hissetme olarak tanımladığı,
bizim bugün “empati” kavramıyla tanımladığımız,
“sosyal/toplumsal ilgi” yetisine,
insanın doğuştan sahip olduğu düşüncesiyle temellendirir.
Teorilerinin altında;
“kendini eksik hissetme”,
“yetersizlik”,
“tercih edilmiş”,
“sevilme arzusu” gibi kavramların etkisi olduğu açıktır…
Onun kendi kişisel hayatından yola çıkarak
“insanın böyle bir varlık olduğu” düşüncesi, ne kadar gerçek?
İnsanın bütün derdinin “karşısındakini memnun etmek” olduğu,
buna dönük çabası olduğu söylenebilir mi?
***
“Hep gideceği kaygısını yaşayıp stres içinde olsam da,
her gidişinde sanki o hiç yokmuş, hiç olmamış gibi hissedip huzursuz olsam da,
Benim yanımdayken, bunu gerçekten istediği için yapıyor olduğunu hissediyorum,
benimle ne yaşıyorsa bundan keyif aldığı için, bunu sevdiği, istediği, bundan mutlu olduğu için yapıyor olduğunu biliyorum.
Ben kırılır mıyım diye bakmadan kendi istediği şekilde davrandığını görmek,
işte bu, bana iyi hissettiriyor kendimi…”
***
Bir önceki doğum gününde sevgilisine 10 bin tl’lik bir mücevher almış adam,
yaklaşan doğum gününde ne yapacağını kara kara düşünüyor.
“Ne yapacağım?”
Ne alsam mutlu olur?
Pahalı bir şey almasa, mutlu olmayacağını, burun kıvıracağını düşünüyor.
Böyle de olacak.
Çünkü, önemsemenin “dili” olarak, bunu kullandı bir kez.
Gönlünden geçeni alsa ve pahalı olmasa,
“sana bunu yakıştırdım” dese,
yakıştırdığı için değil, önemsemediği için seçtiğini düşünecek…
Memnun etme çabası,
Çukur gibi, girdap gibi,
Kişiyi de ilişkiyi de kendi içine çökertir.
***
17 yaşında,
bir kaç gün önce tanıştığı biriyle vazgeçtiği bekareti için,
10 yıl sonra bugün yaşanan pişmanlığında altında ne var?
***
Memnun etme ihtiyacı.
Altında samimiyetsizlik hissettiren bir önemseme hali.
Beklenti içeren, karşıdakine sorumluluk aşılayan önemseme hali.
Önemseme mi?
Kimi?
İlişkiler,
“memnun etme çabası” ve “kaybetme korkusu” arasına sıkışmış, tüketilip gidiyor…
Karşı tarafın kibrini okşasa da,
memnun etme çabasının güven vermediği, değerli hissettirmediği açık.
Kuşkusuz, bu yorumu yaparken;
Kendine güven sorunu yaşayanların değerlilik,
ilişkilerini yoğun kaygıyla yaşayanların tolerasyon arayışını,
değeri ve tolersyonu başkalarında arayan, “dış referanslı” kişileri kenarda tutmak gerek.
“Bir ilişki nasıl yaşanmaz”ın ana gövdesini oluşturur, “memnun etme çabası”yla ilişki yaşamak.
Peki,
Memnun etme çabasıyla, sevdiğin, değer verdiğin birini mutlu etme isteği arasındaki farkı nasıl anlayacağız?
Kaybetme korkusuyla, sevdiğin, değer verdiğin birinin kaygısını giderecek beklentisini karşılamayı birbirinden nasıl ayıracağız?