ARKAMDA DAĞ, ÖNÜMDE DUVAR
“Arkamda Dağ, Önümde Duvar”
BABAYLA KURULAN İÇSEL SINIRLAR
Danışanım, hayatına dönüp baktığında, duygusal bağlarının şekillenişini şu cümleyle özetledi:
“Arkamda dağ, önümde duvar.”
Bu metafor, onun babasıyla kurduğu ilişkiyi anlatıyordu…
Baba, bir yandan sırtını yasladığı güvenli bir dağ, öte yandan önünü kesen, hareket alanını daraltan bir duvardı!
Onun için baba, hem en büyük koruyucu hem de en büyük engeldi.
***
35 yaşındaydı.. hiç evlenmemiş, bağlanamayacağı kişileri tercih etmişti.. ilişkilerini çoğunlukla platonik seviyede tutmuştu.. 40’tan fazla ülke gezmiş, birkaç dil öğrenmiş, son 10 yılın önemli bir kısmını yurt dışında geçirmişti.
Yani, fiziksel anlamda özgürlüğünü gerçekleştirmiş görünüyordu.
Nasıl oluyor da kendini sınırlandırılmış hissediyordu?
***
Ona,
“Babanın seni kısıtladığını söylüyorsun ama hayatına bakınca aslında oldukça özgür bir yaşam sürmüşsün. Buradaki kısıtlama tam olarak neyle ilgili?” diye sordum.
***
Duygularını ifade etmekte zorlanıyordu. Özellikle birine hissettiği olumlu duygularını aktarmakta güçlük çekiyordu.
Bazen kelimeleri cimrileşiyor, bazen de söylediği kelimeler davranışlarıyla, ses tonuyla örtüşmüyordu.
Karşı taraf onun söylediklerini tam olarak hissetmiyordu.
Bu, yalnızca babasıyla olan ilişkisine özgü bir durum da değildi; genel olarak duygusal ifadesinin önünde bir engel vardı.
Buna bağlı olarak, babasıyla yüzleşmeyi de reddediyordu.
Onunla ilgili duygularını daha açık bir şekilde anlamak ve anlatmak için birlikte bir görüşme yapmayı teklif ettim… Ama yanıtı net ve sertti:
“Hayır, istemiyorum!”
Sesindeki vurgu çok belirgindi. Söylemediği şeyler, söylediğinden fazlasını ifade ediyordu:
“Onunla duygusal bir temas kurmak istemiyorum! Onunla yüzleşmek istemiyorum! Hatta onunla olan bağımı sorgulamak bile istemiyorum!”
***
Bu tepki bana şunu düşündürdü:
Burada gerçekten bir baba-kız çatışması mı vardı? Yoksa mesele, duygularını ifade etmesinin ardından bağın içinde kaybolma korkusu muydu?
Belki de duygularını açığa vurursa, o ilişkinin içinde kendini artık koruyamayacağını hissediyordu.. İçinde kalırsa sıkışacak, dışına çıkarsa savunmasız kalacaktı.
Ve belki de mesele baba bile değildi!
Danışanım sürekli babasını konuşuyordu, ama annesi hakkında neredeyse hiçbir şey söylemiyordu.. Belki de görünmez olan, ama ilişkisel dinamiklerin arkasındaki asıl figür annesiydi.
***
Freud’un gözdelerinden,
nesne ilişkileri teorisyeni,
mutsuz bir evlilik içinde sıkışıp kendini çocuklarını anlamaya adamış bir kadın olan Melanie Klein onun terapisti olsaydı muhtemelen şu yorumları yapardı ona:
***
* Babanı hem bir dağ hem de bir duvar olarak tanımlıyorsun. Güven veren ama aynı zamanda seni sınırlandıran bir figür. Senin iç dünyanda baban, hem koruyucu hem de engelleyici olarak ikiye bölünmüş gibi görünüyor. Küçük bir çocukken sevgi ve koruma aradığında, ona bağımlıydın. O, güvenliğin kaynağıydı. Ama aynı zamanda onun kuralları, sınırları ve beklentileri de vardı. Belki de onu kaybetmemek, onun sevgisini yitirmemek için, bu sınırları ve beklentileri içselleştirdin. Otoritesini kabul ettin. Ve şimdi, yetişkin bir kadın olarak, hala onun kurallarıyla yaşadığını düşünüyorsun. Ama bu gerçekten onun kuralları mı, yoksa senin içinde varlığını sürdüren, çocuklukta şekillenmiş bir ‘içsel baba figürü’ mü?
** İç dünyanda bir çatışma var. Bir tarafın hala babanın sevgisini kaybetmekten korkuyor. Diğer tarafın ise ondan uzaklaşarak özgürleşmek istiyor. Ama duygularını ifade etmekte zorlanıyorsun. Çünkü biliyorsun ki, eğer bu duygular açığa çıkarsa, o ilişkinin doğası değişecek. Ve belki de en büyük korkun bu: İlişkilerde sınırlarını kaybetmek.
*** Babanla ilgili duygularını konuşmayı reddetmen, sadece onunla yüzleşmek istemediğin anlamına gelmiyor! Asıl mesele, kendinle yüzleşmeye hazır olup olmadığın. Eğer bu duvarı kaldırırsan, arkasında ne bulacaksın? Babanı mı? Yoksa yıllardır kendini korumak için inşa ettiğin savunmaları mı?
**** Benim teorime göre, çocuklar ebeveynlerini olduğu gibi değil, onları kendi zihinlerinde yarattıkları şekliyle deneyimlerler. Senin zihnindeki baba, yalnızca bir kişi değil; o, senin içinde taşıdığın bir içsel nesne. Ve bu içsel nesne, yalnızca babanla ilgili değil. Büyük ihtimalle annenle, hatta belki çocuklukta yaşadığın ilk hayal kırıklıklarıyla da ilgili.
***** Sürekli babandan bahsediyorsun ama anneni neredeyse hiç anmıyorsun. Acaba annen, duygusal olarak erişilebilir bir figür müydü? Yoksa onun varlığı belirsiz miydi? Eğer annen, duygularını yansıtma ve düzenleme sürecinde yeterince aktif bir rol almadıysa, o zaman sen de duygularını ifade etmekten kaçınmayı öğrenmiş olabilirsin. Babanın senin hayatında büyük bir yer kaplamasının sebebi, annenin duygusal anlamda geri planda kalması olabilir mi?”
****** Biliyorum, duygularını ifade etmek sana zor geliyor. Ama şunu düşün: Gerçekten duygularını paylaşmaktan mı korkuyorsun, yoksa duygularını paylaştığında ne olacağını bilmemekten mi? Ya da yoksa bu duvarı yıkarsan, kim olacağını bilememekten mi korkuyorsun?”